21 Eylül 2010 Salı

oyun - machinarium


incelemesini yapmak için de çok geç kaldım, üstelik bir zamanlar kendine adventure-manyağı diyen birisi olarak, hiçbir mazaretim yok. Festivallerden ödülle dönen, ölmek üzere olan adventure türünü hafif de olsa canlandıran, adventure sevmeyenleri, hatta bilgisayar oyunu sevmeyenleri dahi bayıla bayıla oynatan bu oyunu geçen hafta oynayabildim. Machinarium point-and-click tarzı 2D bir adventure, ama alışageldiğimiz adventure'lardan farklı olarak, Flash tabanlı. Bu nedenle canavar gibi de çalışıyor. Mac/Windows sorunu yok, bellek sorunu yok, aslında şu minik netbook'larda bile rahatlıkla çalışabilir. Görselleri, bulmacaları, müzikleri ve efektleriyle olağanüstü bir dünyada kısa ama leziz bir yolculuk vadediyor oyuncuya. En ufak bir diyalog bile içermeyen, tamamen görsel bir oyun bu. Yarattıkları eşsiz robot dünyası sözcükler ve kelimelerle bozulabilirdi, o yüzden akıllılık etmişler bu konuda (robotların arasındaki konuşmalar düşünce baloncuklarıyla gerçekleşiyor mesela). Bu küçük oyunu şirin bir oyun olmaktan çıkarıp bu kadar özel ve farklı kılan da görselliği zaten. Tamamı elle çizilmiş, zengin detaylarla dolu karakterler ve arka planlar büyüleyici. Oyun boyunca karşılaştığımız robotların hepsi birbirinden eşsiz.





Belirsiz bir nedenle robot şehrinden postalanmış bir robot, oyunun kahramanı. Başta bize sadece robotumuzu kente sokmamız gerektiği bilgisini veren ve hikayesi en fazla "şirin" olarak tanımlanabilecek oyun, ilerledikçe baskıcı rejimin altında ayrı düşmüş sevgililerle ilgili leziz bir öykü olduğunu açığa çıkarıyor. İyi robotları ezip eşkıyalık yapan kötü robotlar her yanı sarmış, robot kentine hükümdar olmuşlar. Bu arada kahramanımızın kızarkadaşını da kaçırmış, bir de şehrin göbeğine saatli bir bomba yerleştirmişler. Robotumuz şehre sızıp bombayı durdurabilmek, robot halkını ve sevgilisini kurtarabilmek için çeşitli bulmacalar çözmek zorunda.




Robotumuz her level'da onu bir sonraki level'a geçirecek, birleştirip bir şekilde kullanacağı objeleri topluyor (daha doğrusu yutuyor). Başlarda bu kısım gayet kolay, bulmacalar tek ekranla sınırlı, o ekranı geçtiğimizde bir nevi bir sonraki level'a geçmiş gibi oluyoruz. Ama oyunda ilerledikçe ve bulmacalar pek çok ekrana yayılınca saç baş yolduracak kadar zorlaşabiliyorlar -örneğin hareketlerimizi mimikleyen baykuş robotu telgraf telinin üstüne çekip, sonra da bizi taklit ederken dengesini yitirip düşmesi için uzun bir süre hızlıca bir genişleyip bir daralmayı kim akıl edebilir kendi kendine, sorarım!

Machinarium'u tasarlayan firma, Amanita, böyle durumlar için oyuna bir sürü ipucu yerleştirmiş. Üstelik bu ipuçları Machinarium'un genel havasına uyuyor, yani sese ya da sözcüklere değil, görselliğe dayalılar. Örneğin sağ üstteki lamba simgesine tıkladığımızda, robotumuzun aklına bir "ipucu baloncuğu" geliyor. Ama bu baloncukların çok işe yaradıkları söylenemez, sadece o ekrandaki genel amaç hakkında bir fikir veriyorlar size, siz çoktan anlamadıysanız şayet. Asıl yardıma, her seferinde örümcekleri öldüre öldüre kapıya ulaşmaya çalıştığınız bir mini-oyunu kazanarak ulaşabiliyorsunuz. Bu, yardım almadan ikinci kez düşünmenizi, hemencecik kolay yanıta koşmamanızı sağlıyor. Size o level'de neyi alıp neyle birleştirmeniz, kime gidip neyi çözmeniz gerektiğini kare kare gösteren, pek tatlı çizgilerle dolu bir sayfa çıkıyor karşınıza mini-oyunu geçtiğinizde. Bu, oyun çok zorlaştığında oyuncunun kafayı yiyip pes etmesini engellemek, ama satır satır tam çözümü vererek eğlenceyi de emmemek adına çok zarif ve zekice bir ipucu sistemi olmuş.

Yardım almak için oynamamız gereken mini oyun benzerlerinden bolca dağılmış durumda oyuna aslında, hele puzzle'ları da oyun kabul edecek olursak. Başlarda olduklarından daha kolay görünen, ama çoğunun zorluk seviyesi orta kararda, tamamlarken tam kıvamında zorlanacağınız ve keyif alacağınız, ama saçınızı başınızı da yolmayacağınız bulmacalar bunlar. Sizi bayağı bayağı zorlayacak bir-iki bulmaca sonlara doğru baş gösterebilir, ama biraz yardımla rahatlıkla aşılıyorlar.

Ot içen robot, okuyan robot, cezaevi hücreleri, robot fare, kedi ve baykuş, sokak çalgıcıları, geçmek için soruları yanlış bilmeniz gereken kısım ve ingiliz anahtarı robotun çıldırmışçasına dansı gibi nefis küçük ayrıntılarla bezeli, olağanüstü canlı ve zengin bir dünya Machinarium'unki. Bu oyunda ilerlemek, çok yetenekli birinin çizimleri arasında dolaşıyormuş hissi veriyor insana. Nefis müzikler ve ses efektleri de, çizimlerden çıkarıp kanlı canlı bir dünyaya götürüyor bizi. Aralarda her adventure gibi takılıp kaldığınızda ve kendinizi boş boş ekrana bakarken bulduğunuzda, söz konusu müzikler sıkılmanızı engelleyecek. Üstelik robotumuz sık sık büyük baloncuklarla geçmişi yad ediyor; uzun duraklamalarımızda olağanüstü şirin sevgilisiyle mutlu anılarını (ve kötü robotların zalimliklerini) izliyoruz.

Oyunun tek eksisi kısa olması; birkaç oturuşta, hatta poponuzun ağrımasını göze alıyorsanız bir oturuşta bitirebileceğiniz bir oyun Machinarium. Bir adventure olduğu için düz bir çizgide ilerliyor, yani tüm bulmacaları çözüp, hedeflere tek tek ulaşıp, oyunu bitirdiğinizde, geri dönüp yapacak pek bir şey kalmıyor. Tekrar oynanılabilecek bir oyun değil ne yazık ki, ama güzelim görselleri için ara sıra açılıp bakılabilir tabii.

Machinarium'u oynarken grafiklerin büyüsüne kapılıp deli gibi screenshot aldım, amacım bu yazıda sergilemekti onları başta, ama oyunun sonlarına doğru bir de baktım görsellerin sayısı 30'u geçmiş, üstelik olay oyun incelemesinden çıkıp görsel şölene dönüşmüş. Kendilerine özel ayrı bir blog kaydını hak eden bu screenshot'lar bugün Pek Güzel Şeyler'de:http://pekguzelseyler.com/machinarium

(Büyütüp de bakın. Öyle böyle değil, çok nefisler.)

Son olarak: Adventure ölmedi, yaşıyor!
(Hadi şimdi Machinarium gibi bir sürü oyun daha yapsınlar.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

yorumlarınız için teşekkürler

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...