Can Dündar'ın Cem Adrian hakkında yazdığı köşe yazısı.
Önceki gece bir ses duydum; daha önce duyduğum hiçbir sese benzemiyordu.
Daha doğrusu daha önce duyduğum tüm sesler o seste buluşmuş gibiydi.
Baştan anlatmalıyım:
***
2 ay önceydi.
İstanbul'da Fazıl Say'a bir arkadaşı "Şunu bir dinle" diye bir CD verdi.
Edirneli, 24 yaşında bir müzisyenin tanıtım amacıyla yaptığı bir kayıttı bu... Bir süre yerel radyolarda DJ'lik yapmış, bir yıl önce de İstanbul'a gelmişti. Bir yandan deneysel müzik çalışmaları yaparken, öte yandan Etiler'de bir kahvede fal bakarak hayatını kazanıyordu.
Fazıl Say, sesi dinleyince irkildi.
Daha önce hiç böyle bir şey duymamıştı.
Kah kendi bestelerini, kah bildik şarkıları söyleyen bu genç adam, peş peşe bas, bariton, tenor, alto, soprano, koloratür soprano sesleri çıkarabiliyordu.
Yani "tek başına çok sesli koro"ydu.
7 oktav genişliğinde bir sese sahipti.
Hem Louis Armstrong hem Elvis Presley gibi okuyabiliyor; pop, caz, klasik, her telden ve makamdan söyleyebiliyordu.
Klarnet sesini de, trombonu da, sivrisinek vızıltısını da taklit edebiliyordu.
***
O gece uyuyamadı Fazıl Say...
Sabah CD'deki sesin sahibiyle tanıştı. Uzun boylu, yakışıklı, rahat tavırlı bir gençti bu...
Ona, gırtlağındaki materyalin farkında olup olmadığını sordu.
"Farkındayım" dedi genç kayıtsızca...
Ama nota bilmiyordu ve müzisyen olmaya pek niyeti yoktu.
Fazıl ona bu sesle müzik eğitimi alırsa 1 yıl içinde bir dünya starı olabileceğini söyledi. Ve kendisini bu dönem ders vermeye başladığı Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi'ne davet etti.
Mucize ses, kısa süre sonra Ankara'daydı.
Orada kendisini ses uzmanı, Bilkent Senfoni'nin şefi İbrahim Yazıcı dinledi ve hemen Fazıl'ı arayıp şu yorumu yaptı:
"Böyle bir ses, dünyaya bin yılda bir gelebilir."
Gencin gırtlağı muayene edildiğinde bir mucizeyle karşı karşıya olduklarına iyice emin oldular:
Ses telleri normal bir insanınkinin 3 katı uzunluğundaydı.
***
Önceki gece Fazıl Say'ın davetiyle Bilkent'e, o mucize sesi dinlemeye gittim.
Konserde "Fazıl'ın harika çocuklar"ı birer birer sahne alıp umut ateşleri yaktılar.
Ve en son Cem Adrian davet edildi sahneye...
Siyahlar giyinmiş orkestra üyelerinin arasından bordo bir gömlek ve koyu renk kotla geçti. Ayağındaki sabo, pantolonunun paçalarını eziyordu.
Fazıl piyanoda yerini aldı, o mikrofona geçti ve kendi bestelediği bir şarkıyı söylemeye başladı.
Tizden okurken, aniden kalınlaşıyor, ağzını açtıkça sesler alfabesinin bütün harfleri, ses tellerine konmuş kuşlar gibi rahat, coşkuyla ve zorlanmadan uçuşuyordu.
Konserini bitirdiğinde aynı rahat ifadeyle "Ben, sadece şarkı söylemek için doğduğumu düşünüyordum" dedi.
"Mucizelere ve meleklere" inanıyordu. "Fazıl meleği"yle tanışması, onun mucizesiydi.
Fazıl cevaben şöyle dedi:
"Yıllar sonra bir gün 'Cem'in ilk konserinde biz de vardık' diyeceksiniz keyifle..."
Cem Adrian ismini hafızanıza yazın. Yakında çok sık duyacaksınız.
Önceki gece bir ses duydum; daha önce duyduğum hiçbir sese benzemiyordu.
Daha doğrusu daha önce duyduğum tüm sesler o seste buluşmuş gibiydi.
Baştan anlatmalıyım:
***
2 ay önceydi.
İstanbul'da Fazıl Say'a bir arkadaşı "Şunu bir dinle" diye bir CD verdi.
Edirneli, 24 yaşında bir müzisyenin tanıtım amacıyla yaptığı bir kayıttı bu... Bir süre yerel radyolarda DJ'lik yapmış, bir yıl önce de İstanbul'a gelmişti. Bir yandan deneysel müzik çalışmaları yaparken, öte yandan Etiler'de bir kahvede fal bakarak hayatını kazanıyordu.
Fazıl Say, sesi dinleyince irkildi.
Daha önce hiç böyle bir şey duymamıştı.
Kah kendi bestelerini, kah bildik şarkıları söyleyen bu genç adam, peş peşe bas, bariton, tenor, alto, soprano, koloratür soprano sesleri çıkarabiliyordu.
Yani "tek başına çok sesli koro"ydu.
7 oktav genişliğinde bir sese sahipti.
Hem Louis Armstrong hem Elvis Presley gibi okuyabiliyor; pop, caz, klasik, her telden ve makamdan söyleyebiliyordu.
Klarnet sesini de, trombonu da, sivrisinek vızıltısını da taklit edebiliyordu.
***
O gece uyuyamadı Fazıl Say...
Sabah CD'deki sesin sahibiyle tanıştı. Uzun boylu, yakışıklı, rahat tavırlı bir gençti bu...
Ona, gırtlağındaki materyalin farkında olup olmadığını sordu.
"Farkındayım" dedi genç kayıtsızca...
Ama nota bilmiyordu ve müzisyen olmaya pek niyeti yoktu.
Fazıl ona bu sesle müzik eğitimi alırsa 1 yıl içinde bir dünya starı olabileceğini söyledi. Ve kendisini bu dönem ders vermeye başladığı Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi'ne davet etti.
Mucize ses, kısa süre sonra Ankara'daydı.
Orada kendisini ses uzmanı, Bilkent Senfoni'nin şefi İbrahim Yazıcı dinledi ve hemen Fazıl'ı arayıp şu yorumu yaptı:
"Böyle bir ses, dünyaya bin yılda bir gelebilir."
Gencin gırtlağı muayene edildiğinde bir mucizeyle karşı karşıya olduklarına iyice emin oldular:
Ses telleri normal bir insanınkinin 3 katı uzunluğundaydı.
***
Önceki gece Fazıl Say'ın davetiyle Bilkent'e, o mucize sesi dinlemeye gittim.
Konserde "Fazıl'ın harika çocuklar"ı birer birer sahne alıp umut ateşleri yaktılar.
Ve en son Cem Adrian davet edildi sahneye...
Siyahlar giyinmiş orkestra üyelerinin arasından bordo bir gömlek ve koyu renk kotla geçti. Ayağındaki sabo, pantolonunun paçalarını eziyordu.
Fazıl piyanoda yerini aldı, o mikrofona geçti ve kendi bestelediği bir şarkıyı söylemeye başladı.
Tizden okurken, aniden kalınlaşıyor, ağzını açtıkça sesler alfabesinin bütün harfleri, ses tellerine konmuş kuşlar gibi rahat, coşkuyla ve zorlanmadan uçuşuyordu.
Konserini bitirdiğinde aynı rahat ifadeyle "Ben, sadece şarkı söylemek için doğduğumu düşünüyordum" dedi.
"Mucizelere ve meleklere" inanıyordu. "Fazıl meleği"yle tanışması, onun mucizesiydi.
Fazıl cevaben şöyle dedi:
"Yıllar sonra bir gün 'Cem'in ilk konserinde biz de vardık' diyeceksiniz keyifle..."
Cem Adrian ismini hafızanıza yazın. Yakında çok sık duyacaksınız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
yorumlarınız için teşekkürler